Gelenekte Zihinsel Bir Tahrifat: Ezra Pound ve Özgünlük

Özgünlük meselesi ölçüt sorusunu beraberinde getirir: Özgünlüğün ölçütü nedir ya da özgünlük hangi itibarla özgündür, hangi temele dayanır? Gelenekten faydalanmak ya da kopmak, geleneği muhafaza etmek, âdetlerde değişiklik ya da yenilik… Özgünlüğün ölçütü nedir?

Dinî ıstılahatta bid’at, tarih boyunca menfi bir anlamda kullanılmış olabilir, ama Sanayi Devrimi’nden günümüze “değişim”in olumlu anlamlar barındırdığı da su götürmez bir gerçek. Değişmek ve değiştirmek, ama neyi, neden? Hangi amaçla? Bir anlamda Pound için gelenek, nüfuz edilecek ve yeniden yorumlanacak bir mecrayken, bir anlamda da tüm arkaikliği ve yaşanmışlığıyla çağdaşta korunan ve öyle anlaşılması gereken bir insan sesi, geçmişe ait zenginliğin tecrübe edildiği bir kültür bağlamıdır. Gelenek, tabi tutulduğu okumalara göre yeni hayatlar barındırabilir, ama Pound için değişmez düşünsel sorular da vardır ve bağlamı ötesinde evrimleşen düşünceler geçmişin günümüz hamurunu delmesine yol açar: Çağdaş zihin, nüfuz ettiği metnin temalarına sadık kalarak metni şimdide yeniden yaratır, bu asla bir uygulama ya da taklit değildir.

On dokuzuncu yüzyıldan yirminci yüzyıla dünya, Sanayi Devrimi, şehirleşme, savaş ve bilişim teknolojileri gibi unsurlar karşısında “parçalı kişilik”ler üretir. Modernist edebiyat için özgün olmak, güncel şiirde anladığımız haliyle ya da on dokuzuncu yüzyılın samimiyetinde bir ses bulmak ya da bazan içinden geldiği gibi bazan da belirli kalıplar, formlarla samimi sözler söylemek değildir; tam tersine şiirde kırılgan persona’lar üretmekle eşdeğerdir. Modernist bir edebi eserde samimiyet, şairin “kendi sesini örtük bir itirafçılıkla ifade ettiği” bir ses değildir; takındığı bir maskeye ya da persona’ya geçiştir, “parçalanmış bilinç”tir.[1] Bir örnek: Kübizm ile resimde perspektif ortadan kalkmıştır, farklı bakışların farklı açılardan üst üste bindirilmesiyle bakış kırıklıdır. Modernist şiirde dize parçalılaşır ve “ben”in bakış değiştiren tasavvurları, kırık bir amforanın parçaları gibi, kendi içlerinde tarihsellikler barındırır. Yazan ben kaybolurken metin parçaları yazarı yeniden yaratır.[2]

Modernist şiirdeki “kişilik kırılımları,” şiir dilinin farklı terminolojilerle ilişkilendirilmesiyle ortaya çıkar. Bir sözcüğün parçacık fiziğindeki anlamı sanat teorisinin öznesi olur. Parçalı metin okumaları katmanlaştırır ve farklı çağırışım alanları açar. Amerikalı edebiyat eleştirmeni Daniel Albright, William Butler Yeats, T. S. Eliot ve Pound gibi Modernist şairlerin dillerinin farklı terminolojilere açıldığını söyler. Bilim de buna dahildir: Yirminci yüzyılda kuantum fiziğinin çıkışı, Heisenberg’in belirsizliği ve Einstein’ın görelilik teorisi, savaş ve ideolojilerin diliyle birleşir; şiirdeki “ben”i çağrışımlar girdabına sürükler. Bu tutum, şiiri atomlarına ayırma sürecidir, elde edilen parçacıklar pre-verbal, yani “söz/eylem-öncesi”ndedir. Modernist edebiyatta şiiri söz-öncesi parçacıklar olarak algılamak, Stravinsky’nin küçük ritimlerde yaptığı müdahaleler gibi, yeni ifade alanları oluşturur, “söz-ötesi” bir form arayışına yön verir.[3] Şiirde söz, resim ve nota gibi sembolik, ideografik ya da bilimsel verilerle ilişkilendirilmiştir ve çeşitli sanat pratikleriyle bağlantılıdır; artık kelimenin morfolojisi değil, ama sesi ve bir parçacık olarak görsel, işitsel ve bilimsel malzemesi şiirin özgün sesini anlamlandırmak için anahtardır. Pound’un dönemine kadar resim, roman ve şiir ayrı kanonlar olarak görülüyordu. Modernist edebiyatla birlikte ise, Albright’ın deyimiyle, bir “pan-estetik”,[4] tüm farklı sanat (ve hatta bilim) dallarını da içeren ortak bir ifade alanı var. Modernist şiirin özgünlüğünü anlamak demek, farklı disiplinler arasındaki geçişliliği ve “lirik ben”in bu geçişlilikte tekelliğini yitirilişini anlamakta yatıyor, çünkü özgün şiir, pan-estetikler kuran bir ifade alanını işaret eder.

Pound için özgünlük demek, gelenekten yeni anlatılar (Amerika’nın kurucuları arasındaki yazışmalar), kahramanlar (Rimini Lordu Sigismondo Malatesta)[5] ve mikro-tarihler (tarihin tozlu sayfalarında kalmış komik detaylar) çıkarmak; esatirleşebilecek ya da klasik metinlerle ilişkilendirilebilecek hayat temaları (dönüşüm, yeniden doğuş, hayal kırıklığı, utanç vb.) tespit etmek ve bunları döneminin dünyasından manzaralarla tutarlı(?) olarak sentezlemek anlamına geliyor. Bu düsturun bir şiarı bile var: Make It New! Yenileştir ya da yenile! Bu yenileme, bir cut-up ya da alıntılama değildir. Dada ya da Sürrealizm gibi doğaçlamaya ya da rastlantısala yönelmez. Kullanılan metin ve izleksel göndermeler kendi içlerinde tutarlı takımyıldızı kümeleri oluşturur: Kullanılan sözcüklerin yeri, anlam çağrışımları ve tekrarlanışı kontrollüdür. Zihin en iyi terkibi bulana kadar farklı kombinasyonlar dener, hiçbir değişiklik yapılamayacak bir sıkılığa ulaştığında şiir özgünlük ifade eder.  

Talât S. Halman’ın da deyimiyle, “hem gelenekçi hem yenilikçi” olan epik ve lirik bir şiirin peşindedir Pound.[6] Şiirin geçmişte ve şimdide aranan bir şey olduğunu düşünür, ama bu arayış “Riyâsız [ve] Tumturaksız” olmalıdır, “hem klâsik şekillerde hem de özgür koşukta ustalık” ister, gelenekle bağını koparmaz.[7] Kantolar, şiir tarihindeki tüm şiir kanonlarının adeta bir kolajı olarak düşünülebilir. Eskiyi yeni şiirde ihya eden, roman ve resme karşı bir salvodur, ama eski şiiri bir süs niyetine kullanmaz; onu dönüştürür, yeniden yazar ve yaşar.

***

Pound’un geleneği yenileştirmedeki özgünlüğü Ülkü Tamer’in Pound’a adadığı Kantolar naziresi “Kış, Şarabın Savaşçısı: Ezra Pound İçin On Şiir” (1962) adlı şiirinde görüyoruz.[8] Kantolar’ın başarısız projesini düşünerek tüm kitaba alternatif bir son yazmak ister Tamer ya da başa dönen bir sarmallık, yani Kantolar’ın sonuyla başını buluşturan bir ebediyet halkası yaratır… Tamer’in şiiri, ses ve biçim olarak on beşinci yüzyılın korsanlarının, Orta Çağ neferleri ya da çalgıcılarının kışı karşılama şarkısıdır, geçmişi şimdinin yeni bağlamında kurgular. Kışın gelişiyle içkiler içilmeye başlanmıştır, çünkü serhoşluktan başka hiçbir şey doğaya ya da insana derman değildir ve olamaz. Denizcilerin kabaran engin okyanusa bakarak söyledikleri melankolik bir ayyaş şarkısıdır bu şiir, hem de Villon’un izinde… Tamer tarihselliği özgün bir bileşimde sunar, yenileştirerek aktarır. Adeta geçmişi şimdide yeniden yaşatır.[9]

Benzer bir yeniden yaratım sürecine Sezai Karakoç’un ilk baskısı 1967’de yayımlanan Hızırla Kırk Saati’nde rastlıyoruz. Gelenekçi anlayışı, kültür verilerini analizi ve dönüştürmesi bakımından Karakoç’un bu uzun şiiri, etraftan toparlama bir imgeler bütünü değil.[10] Aksine imge düzenlemesi kendi içerisinde tutarlı bir dünya yaratır: hem gelenekçidir hem modern.[11] Pound’da olduğu gibi Karakoç’un şiirinde müziğin ve ses akışının zihin ve imge akışlarıyla yakın bir bağlantısı var.[12] Yayımladığı şiirlerinde Karakoç’la metafizik bir bağdaşıklık kuran Ebubekir Eroğlu da Pound’un şiiriyle “geleneği dönüştürme pratikleri” bakımından buluşuyor: Eski kültürlerin ulaşılamayan bağlam ve anlam bütünleri bugünün kültüründe nasıl tekrar kurulur? Okuyucunun algısı, gelenek ormanında yolunu nasıl bulur? Pound için medeniyet ve kültür arasında nasıl bir ilişki vardır?[13]  

***

Pound gelenekle bütünleşen parçalı Modernist şiir için üçlü bir formül önerir: (i) müzik, (ii) imge (somut görüntü) ve (iii) zihinsellik. Bu üç yapı elekten geçirilip şiirde sözcüklerin sadeliğiyle konuştu mu organik bir duyuş ve feraset yaratır.[14]

Bu anlayışı ilk kez 1918 yılında, döneminin iki yetkin genç Modernist şairi olan Mina Loy (1882-1966)[15] ve Marianne Moore’un (1887-1972) şiirleri hakkında yazdığı bir incelemede formülize etmiştir. Daha sonra ABC of Reading’te “How to Read” adlı metninde de zikredeceği bu düşünceyi şöyle özetleyebiliriz: Pound, Uruguay asıllı Fransız Sembolist şair Jules Laforgue’un (1860-87) nükteci, lirik ve veciz ama zihinsel bir derinliğe de sahip şiirlerine bakarak,[16] Loy ve Moore’un kendilerine has düşünsel bir lirizm ortaya koyduklarını ve bu nedenle nükteci/lirik şiirlerinde “aklın bir çığlığı”nı (a mind’s cry) görebileceğimizi söyler. Bu bağlamda, şiirin sac ayağı şudur: (i) melopoeia (“ezgi-ürünü”), yani şiirin musikisi, müzikle akışı; (ii) phanopoeia (“imge-ürünü”), yani bir tür imgecilik, resim ya da heykel hissi veren somut görsellik, görsel muhayyile; (iii) logopoeia (“akıl/zihin ürünü”), zihinde düşüncelerin tadili esnasındaki dans ve hareket.[17] Bu tanımlardan yalnızca melopoeia Aristoteles’in Poetika, Politika ve Metafizik gibi metinlerinde geçiyor; phanopoeia Antik Yunancada hiç geçmeyen bir ibare ve logopoeia sadece iki metinde, farklı bağlamlarda mevcut.[18] Ayrıca bu sac ayağı, dönemin farklı şiir geleneklerinde de ilginç bir şekilde var.[19]

Ezra Pound’un şiir anlayışının temel özelliklerinden biri,  zihni ve zihinselliği (logopoeia) şiirde öne çıkarırken hep somuta yaklaşma eğilimi, isteğidir. Bu anlamda, zihinle yoğurulmamış, düşünsel olarak kendi içerisinde bütünlüklü bağlantılar kuramayan şahsi bir şiiri yadsır. Düşünsel olmayan, yani salt izlenimci ya da rastlantısal dışavurumcu bir şiiri özgün bulmaz. Kendi döneminde yazılan Sembolist şiiri ve sonrasında da Sürrealistleri yüzeysel ve abartılı bulmaktadır, çünkü somut imge ve düşüncenin duruluğu bu şiirlerde yoktur.

Özgün şiir kurma pratiği, Pound’a göre imgenin öznel olması değil, doğrudan somut olmasıyla gerçekleşir. Yirminci yüzyılın Orta Avrupası’ndaki avangard akımlar, bulunmuş malzemenin doğrudanlığı ve rastlantısallığını merkeze almışlardı. Bu akımlarda bağlantısızlık hüküm sürmüştü; bağlamı olmayan, yani bağlamından koparılmış malzemeleri metne dönüştürmüşlerdi. Pound ise bağlamı olmayan metnin saçmayı imlediğini düşünüyor, çünkü bağlamı anlaşılamayan gelenek, geleceğe aktarılamaz; bağlamı olmayan metin ise bir anlam ifade etmez.

Özgünlük samimiyetten mi geçer? Ve samimiyet tek bir biçimi büyük bir ısrarla şiirde denemek midir? Pound Kantolar’da şiir malzemesini ve pratiğini durmadan değiştirir, klasik temalarda serbest şiirin bölünmüş sesini arar. Amaç tecrübenin biçime katılmasıdır, biçimi tecrübe edebilmek de tecrübenin bir parçası. Şair, değişen teknoloji ve algıya uyum sağlar, dış dürtülerle uyarılır. Şairin olayları kendi somut deneyimine göre aktarması gerekir. Bu doğrudan etkileşiminin kayıt altına alınması ve bağlılaşımı, yani şairin bunları somut olarak tecrübe etmesi şiiri üreten en başat süreçtir.[20] Amaç bir yapım sürecinin ihyasıdır, biçim hissinin canlandırılması, “düzenli bir düzensizlik” yaratmadır.[21] Böylece ne gelenek taklit edilmiş olacak ne de bölünmüş birey kendini geleneğe hapis hissedecektir.


[1] Lionel Trilling, Sincerity and Authenticity, Cambridge, Harvard University Press, 1971, s. 6-12. Pound’un İngiliz Romantiklerinin “duygucu”luğuna ve ilhama dayalı şiirine karşı zihni ve farklı şiir tekniği araştırmalarını koyan şiiri “bölünmüş bilinç”i yansıtır (Ebubekir Eroğlu, “Modernizm’e Kuşbakışı,” Modern Türk Şiirinin Doğası içinde, İstanbul, YKY, 1993, s. 86-87).

[2] Edebiyat eleştirmeni Marjorie Perloff, sahtenin özgün karşısında kendini ele vereceğini ve bunu bilen Kent Johnson’ın bile güya Japon şair Araki Yasusada’ya ait olduğunu iddia ettiği Hiroşima şiirlerinin aslında ona ait olmadığının okurca kolay anlaşılabilmesi için şiirlerdeki sözcük seçiminde bazı gizli ipuçları bıraktığını söyler. Özgün olan hiçbir şey, bağlamsal diriliğini yitirmez; sahte açık verir. Marjorie Perloff, “In Search of the Authentic Other,” Boston Review (1 Nisan 1997). <https://bostonreview.net/articles/marjorie-perloff-search-authentic-other/>. Yazarın çözülüşü konusunda Perloff, Michel Foucault’nun meşhur yazısına referans vererek okumasını gerçekleştiriyor: “What Is an Author?”, Michel Foucault, Language, Counter-Memory, Practice: Selected Essays and Interviews, içinde, haz. Donald F. Bouchard ve çev. Donald F. Bouchard ve Sherry Simon, Ithaca, Cornell University Press, 1977, s. 113-38.

[3] Daniel Albright, Quantum Poetics: Yeats, Pound, Eliot, and the Science of Modernism, Cambridge, Cambridge University Press, 1997, s. 8-10.

[4] Albright’ın yirminci yüzyılda çeşitli edebiyatçı ve sanatçılara atfettiği pan-estetik anlayışı için: Daniel Albright, Panaesthetics: On the Unity of Diversity of the Arts, New Haven, Yale University Press, 2012.

[5] Bkz. Efe Murad, “Geçişli Maskeler, Parçalı Kayıtlar: Ezra Pound’un Kantolar’ı Üzerine,” Ezra Pound, Kantolar içinde, çev. Efe Murad, ikinci baskı, İstanbul, YKY, 2021, s. 858-861. Ayrıca Lawrence S. Rainey, Ezra Pound and the Monument of Culture: Text, History, and the Malatesta Cantos, Chicago, The University of Chicago Press, 1991. Resmi tarih tarafından minör bir karakter addedilen Malatesta’dan Pound bir Rönesans kahramanı çıkarır ve bu resmî tarihe bir eleştiridir. Pound, “Malatesta Kantoları”nda Malatesta’nın portresini çizerken, İngilizcede bu cesur condottieri hakkındaki ön çalışmalardan biri olan Edward Hutton’ın 1906’da yayımlanan kitabından etkilenmiş olsa gerek (bkz. KantoVIII-XI) (Edward Hutton, Sigismondo Pandolfo Malatesta, Lord of Rimini: A Study of a XV Century Italian Despot, New York, E. P. Dutton and Co., 1906).

[6] Talât S. Halman, “Ezra Pound Gelenekçi Yenilikçi”, Varlık 785 (Şubat 1973): s. 23-24. Ayrıca Hilmi Yavuz, “Geçmiş Zaman Ardında Bir Ozan: Ezra Pound”, Şiir Sanatı 2 (Aralık 1965): s. 2-3.

[7] Emel Dilman, “İki Batı Şairi Üstüne”, Doğu ve Batı 21 (Temmuz 1955).

[8] Ülkü Tamer, Ezra ile Gary: Ezra Pound ve Gary Cooper İçin Şiirler, İstanbul, İstanbul Matbaası, 1962.

[9] Tamer’in şiiri bir uygulama değil, “yeniden yaratım”dır. Tamer’in şiirinin Kantolar’la ilişkisi için: Murad, “Geçişli Maskeler, Parçalı Kayıtlar,” s. 898-899. “Kış, Şarabın Savaşçısı”nın notlandırılmış İngilizce çevirisi için: Ülkü Tamer, “Winter: Warrior of Wine”, çev. Efe Murad, Make It New! (The Ezra Pound Society Magazine) 6.1 (Şubat 2022). <https://makeitnew.ezrapoundsociety.org/>. Ayrıca şiirin bir yakın okuması için: Efe Murad, “Pound’un Çevrilemez Maskeleri: Türkçede Kantolar,” Öteki Buluşmalar, Samsun Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Samsun, Türkiye: 3 Mart 2021. Konuşmanın metni için: <https://www.academia.edu/49357700/Poundun_%C3%87evrilemez_Maskeleri_T%C3%BCrk%C3%A7ede_Kantolar_Samsun_%C3%9Cniversitesi_2021_>.

[10] Sezai Karakoç’la Pound’un epik anlayışlarını karşılaştırdığı bir yazısında Hakan Arslanbenzer, hadis ve diğer İslami ilimlere referans eksikliğinin Karakoç’un Türk ve     Müslüman bir epik yaratamamasındaki temel neden olduğunu söyler; buna karşın Pound, Batı kanonunun epiğini yazmaya kalkıştığında klasik literatüre hakimdir. Arslanbenzer’e göre Karakoç düşünsel olarak derin olmayan halk dinine öykünür, klasik literatürü hatmetmemiştir ve yine Arslanbenzer’e göre Hızır’la Kırk Saat’teki Hızır referansı bu eksiliği doğrular niteliktedir (Hakan Arslanbenzer, “Niye Sezai Karakoç Değil De, Ezra Pound?” Atlılar 2 (Mart-Nisan 2000), s. 28-30). Arslanbenzer’in Karakoç’un derinliğini yadsıyan düşünceleri Sünni-merkezli eksik bir İslam kültürü tasavvuru. Klasik Türk-İslam edebi kültüründeki İskendernâme’lerde geçen Hızır neden küçümsenecek bir folk İslam figürü olsun ki? Sezai Karakoç, Kur’ân’dan  İskendernâme’lere uzanan metafizik okumasıyla zengin bir Hızır sunuyor.

[11] Ebubekir Eroğlu, Sezai Karakoç’un Şiiri, İstanbul, Bürde, 1981, s. 39.

[12] Age., s. 33.

[13] 26 Ocak 2022 günü Ebubekir Eroğlu’yla Moda Sahaflar Çarşısı’nda bulunan Babil Sahaf’ta şans eseri karşılaştım. O gün kendisiyle Pound’un şiiri ve Türkçedeki alımlanışı hakkında uzun uzadıya sohbet etme imkanı buldum. Pound’un gelenek ve medeniyet tasavvuru, Eroğlu ve Ahmet Yücel’in 80’li ve 90’lı yıllarda yayımladıkları Yönelişler dergisi çevresinde, tartışılan en önemli konuların arasında geliyor. Modernist şiirin özgünlüğü ve geleneği dönüştürme pratikleri Eroğlu’nun Pound’la ilgilenmesinin temel nedenlerinden; Karakoç’ta da benzer bir pratiğin olduğunu fark ediyor. Yukarıda yer alan sorular, Eroğlu’yla olan sohbetimden aldığım notlardan.

[14] Louis Zukofsky, “On Ezra Pound (His Cantos 1-27),” Kulchur 3.11 (Güz 1963), s. 40.

[15] Mina Loy’un bu kavramı benimsediğini ve hatta kendi döneminde yazılan şiiri irdelediği “Modern Poetry” adlı yeni keşfedilen yazısına konu edindiğini görüyoruz. Loy, Modernist şiiri şu sac ayağıyla tanımlıyor: “Poetry is prose bewitched, a music made of visual thoughts, the sound of an idea” (Şiir afsunlu düzyazıdır, görsel düşüncelerden terkip edilmiş bir musikidir, bir fikrin sesidir (çev. Fahri Öz). Bkz. Mina Loy, The Lost Lunar Baedeker: Poems, haz. Roger L. Conover, New York, Farrar, Straus and Giroux, 1997, s. 157.

[16] Bkz. Pound’un Poetry degisinin Kasım 1917 sayısında yayımlanmış “Irony, Laforgue, and Some Satire” adlı yazısı.

[17] 1918’de Little Review’da yayımlanan yazı için: Ezra Pound, “Marianne Moore and Mina Loy”, haz. William Cookson, Selected Prose 1909-65, New Directions, 1973, s. 424-5 ve “How to Read”, Literary Essays of Pound, New York, New Directions, 1968, s. 25. Ayrıca bkz. Janie Hoogestraat, “”Akin To Nothing But Language”: Pound, Laforgue, and Logopoeia”, ELH 55.1 (1988): s. 259-85  ve Debora Van Durme, “Conjuring Melodies from Arid Air: Mino Loy and Pound’s “Melopoeia”, The Cambridge Quarterly 37.3 (2008): s. 324-48. Bu yazıda geçen fikirler T. S. Eliot’ın “The Metaphysical Poets” (1921) adlı meşhur yazısıyla benzer öngörüler paylaşıyor. Pound’un şiirindeki zihinselliği tekrar keşfetmemi sağlayan Alphan Akgül’e üzerinde çalıştığı “Şiirde Düşünmek: Melih Cevdet Anday ve Özdemir Asaf’ın Şiirleri Üzerine Gözlemler,” Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi (TÜDED) 61.1 (2021): s. 21-44 adlı makalesini benimle paylaştığı için teşekkür ederim. Ayrıca bkz. Murad, “Geçişli Maskeler, Parçalı Kayıtlar,” s. 826-834.

[18] Perseus Digital Library’de logopoeia ibaresi sadece Flavius Josephus ve Theophrastus’un metinlerinde geçiyor (http://www.perseus.tufts.edu/hopper/). Yorumları ve çeviri önerileri için Ömer Aygün’e teşekkürlerimi iletirim. Oysa Perloff, bu üç terimin de Aristoteles’in Poetika’sına dayandığı görüşünde (Bkz. Marjorie Perloff, “The Contemporary of Our Grandchildren: Pound’s Influnce”, haz. George Bornstein,  Pound Among the Poets, Chicago, The University of Chicago Press, 1985, s. 198).

[19] Benzer bir “sac ayağı” anlayışı, Rus lirik şairlerde de görülüyor. Pound gibi Akmeist şairler Nikolay Gumilyov (1996-1921) ve Osip Mandelstam (1891-1938) da izlenimci Sembolizme karşı yeni birer şiir üretmek istiyorlar ve yeni şiirlerine üç ilkenin birlikteliğini getiriyorlar: Müzik, resim ve logos/söz. Şiirde diğer sanatlardan gelen görsel ve işitsel etkileri zihinsel bir bütünlülük ve bağlantıda verebilmek, Kantolar gibi Rus Akmeist şiirinin de bir tahayyülü. Bu tahayyül, izlenimci Sembolizmin sembolü kelimeye indirgeyen ve sadece onu bir “mecaz-ı mürsel” (metonym) olarak kurgulayan imasına karşı yeni bir şiirin peşindedir (Ian Probstein, “I Have Beaten Out My Exile”: The Perception of Ezra Pound’s Poetry in Russia”, Make It New 4.3 (Aralık 2017), s. 28-9).

[20] Donald Hall, “The Art of Poetry V, Ezra Pound: An Interview”, Paris Review 28 (Yaz- Güz 1962), s. 26-27. Pound aklandıktan sonra İtalya’ya döner, Roma’da Ugo Dadone adlı bir arkadaşının evinde kaldığı dönemde, şair Donald Hall onunla şiir üzerine mülahazalarda bulunmak için İtalya’ya gelmiştir. Söyleşi üç gün sürer, bir önceki günün söyleşilerini bazı eklemelerle Pound ertesi güne düzenleyip tekrar Hall’a verir. Pound bu uzun söyleşide gayet akıcı ve aklı başında, geçmişle olan hesaplaşmasını tamamlamış gibi duruyor. Bu söyleşi şiir anlayışı hakkında ilginç ipuçları vermekte.

[21] Age., s. 30 ve 41.

Efe Murad, Buzdokuz 11, Mayıs-Haziran, 2022.