Ted Hughes’un Şiirlerinde Doğanın Eyleyici Gücünün Metaforu Olarak Hayvanlar

Çağdaş İngiliz şiirinin en önemli temsilcilerinden biri olan Ted Hughes’un yaygın ünü, yalnızca benzersiz şiirsel başarısından değil, aynı zamanda üslubunun ve genç çağdaşları üzerindeki etkisinden de kaynaklanmaktadır. Robert B. Shaw’a göre[1], “Hughes’un şiiri, dönemin hakim üsluplarından dramatik bir ayrılığın sinyalini veriyordu. O dönemin şiiri, risk almaktan çekinen klişe bir şiirdi: içeriğinde kibarca evcil, abartısız ve tarz olarak hafif ironik bir şiir. Buna karşılık, Hughes, mitik ve doğal temaları keşfetmek için neredeyse Shakespeare’i anımsatan bir dil yakaladı” (web, “enclopedia.com”). Shaw’un sözlerinden de anlaşılacağı üzere, Hughes kendi kuşağının en akılda kalıcı şairlerinden birisidir ve onun İngiliz şiiri içindeki en ayırt edici özelliği, kariyerinin başından itibaren çevre duyarlılığı olan bir şair olarak kabul edilmesidir. Bu ekolojik bilinç özellikle hayvan şiirlerinde açıkça görülmektedir. Hughes’un şiiri “doğanın özellikle hayvanların baskın olduğu bir dünyaya sokulmak içindir […] ve bu nedenle (Hughes)[2] hayvan imgelerini çok yoğun bir şekilde kullanmıştır” (Altunel, 2018, s. 69). Her şeyden önce Hughes’un hayvan şiirleri, hayvanların dünyevi ortamlara karşı acımasız ve vahşi görüntülerini anlatarak, aslında insan ve doğa arasındaki gerçek ilişkiyi dile getirir. Doğanın gücünün en çok hayvanın acımasız tavırlarıyla temsil edildiğine vurgu yapan bu şiirler, aslında insanmerkezciliğe karşı çıkmakta ve aynı zamanda ekolojik tahribatı insanmerkezciliğe atfetmektedir. Hughes’un hayvanların acımasızlığını resmetmesinin bir nedeni, insanın doğayı çok fazla ihlal etmesi durumunda alacağı feci sonuçları tahmin etmesi ve böylece yaşanacak daha sağlıklı bir dünyaya sahip olmanın tek yolunun insan ile insan olmayanlar arasında uyumlu bir ilişki kurmak olduğunu ima etmesidir.

Hughes’un hayvan şiirleri esasen ekolojik etik ile iç içe ve onunla birlikte düşünülmelidir. Hughes’un şiiri, ekolojistlerin de üzerinde hemfikir oldukları temel bir öncülü paylaşır: gezegenimizi kurtarmanın tek yolu, insanın doğa üzerindeki algısını değiştirmektir. Hughes’un hayvan şiirleri, insan ve insan olmayanlar arasındaki uyumlu ilişki arayışının yanı sıra ekolojik bilinci oluşturma yolundaki yolunu belirlemiştir. Kabaca söylemek gerekirse, Hughes’un Hawk In The Rain [Yağmurdaki Doğan] ve Lupercal gibi ilk şiir kitaplarında, türler arası akrabalık ve doğanın yaşamsal enerjisiyle ilişki, hayvan figürleri aracılığıyla irdelenir ve Hughes’un doğamerkezci bakış açısını ortaya koyar. Bunu takiben Hughes, Wodwo‘daki şiirlerinde ekolojik düşüncenin ısrarla eleştirdiği insanmerkezciliği sorgulamaya başlar. Hughes, sonraki çalışmalarında bir yandan ekolojik olarak bozulan dünyaya ağıt yakarken, diğer yandan dünyanın ekolojik geleceğine yönelik olumlu ve iyimser tavrını da dile getirir.

Yağmurdaki Doğan kitabındaki şiirlerinde, Hughes doğanın eşsiz egemen gücünü gösterir. En ünlü şiirlerinden biri olan “Dala Tünemiş Doğan” şiirinin başlığı ilk bakışta bir kuş türünü ele alıyor gibi görünmektedir. Edebiyatın ve şiirin kadim öznelerinden biri olan kuşlar, neşeli ve gelişigüzel hareketlilikleriyle doğa ile yakından ilişkili olarak görülürler. Brooks’un da belirttiği gibi, “kuşun doğayla özel bir ilişkisi varmış gibi göründüğü için, şair onu bazen doğanın bir simgesi olarak kullanır. Elbette insan da doğal bir varlıktır ve diğer doğal canlılarla olan akrabalığı açıktır. Ancak bilinci, doğayı aşmasına izin verir” (Brooks, 2004). Buradaki “aşkınlık”, insanın diğer canlılar üzerindeki kontrolünü veya efendiliğini ifade eder. Üstelik insan, diğer canlılara göre anlık duygu ve içgüdülerine daha az tabidir. Yani insan, doğanın tam hakimiyetinin ötesindeyken, aynı zamanda doğanın can alıcı bir parçası konumundadır. İnsanın evrendeki özel konumu nedeniyle şairler, insan ve doğa arasındaki karmaşık ilişkiyi anlayabilmek için doğanın bir temsilcisi olarak şiirlerinde kuş imgesini kullanmayı severler. Hughes’un şiirinin satır aralarında bazı ekolojik kavramlar yer almaktadır. Şiirin ilk dizeleri şöyledir:

oturuyorum korunun tepesinde, gözlerim kapalı,
hiçbir şey yapmadan, yalan dolu bir düş olmadan
arasında kanca gagamla kancalı ayaklarımın (1987, s. 31)

Her ne kadar doğanı tanımlamak için kişileştirilme kullanılmış olsa da, doğan bir dereceye kadar insandışı bir varlık olarak tasvir edilir. Bunun nedeni, çoğu insanın sadece sunulan bazı karmaşık sorunlarla yüzleşerek kararsız hale gelmesidir, oysa bu şiirdeki doğan bu tür bir sorun yaşamamıştır. Kudretli ve gizemli olan doğan, ekolojik açıdan doğanın kendisi olarak yorumlanabilir, çünkü doğadan başka hiçbir şey bu kadar güçlü bir güce sahip olamaz. Yine ilerleyen satırlarda doğan diğer şeyler üzerindeki mutlak hakimiyetini doğrudan şöyle haykırmaktadır:

ve yüzü bana dönük, teftişimi bekliyor toprak.
[…]
nerede dilersem orada avlanıyorum, hepsi benim çünkü.
aldatmaca yok benim gövdemde;
baş koparmak benim kibarlığım (s. 31)

“Toprak” sözcüğüyle insan topluluklarını işaret eden şiir, doğanın her zaman gözetleyen konumda olduğunu, kendisine karşı yapılan yıkıcı eylemlere kendi gücüyle cevap vereceğini ima eder. İnsanın her daim doğaya bağımlı olduğu ve kaçınılmaz bir şekilde ona güvenmesi gerektiği şiirin son dizelerinde şöyle anlatılır:

hiçbir şey değişmedi ben başlayalı.
hiçbir değişikliğe izin vermedi gözüm.
hep böyle tutacağım herşeyi. (s. 32)

Ann Skea’nın da yorumladığı gibi Hughes bu şiirinde “doğal enerjileri övmekte ve onların insanda nasıl varolduklarını göstermektedir; ayrıca insan bütünlüğünün doğamızın tüm yönlerinin kabulüne bağlı olduğuna işaret etmektedir. Kendimizi diğer tüm canlılarla aynı doğa güçlerine tabi olan doğal dünyanın bir parçası olarak tanımamız gerektiğine özellikle inanmaktadır” (web “Ted Hughes: An Introduction”).

Hughes’un “Yağmurdaki Doğan” başlıklı şiiri de onun doğamerkezciliğe olan inancını örneklemekte ve Hughes’un doğanın büyük gücüne dair farkındalığını yansıtmaktadır. Şiirde insanın varlığı hayvanlar, dünya, zaman ve ölümlülük ile ve mübalağa kullanılarak ilişkilendirilir. Anlatıcı, “kan içinde, kıskıvrak yakalanmış, son anını yaşayan – bir lokma ağzında toprağın” (s. 14) tarlada çamur ile boğuşurken tasvir edilir. Doğada hayatta kalmak için çabalayan anlatıcının çaresizlik ve acziyet duygusunun aksine doğan şöyle anlatılır:

[…] oysa doğan
yükseklerde asılı tutuyor gözünü hiç çabasız
kanatları taşıyor tüm doğayı ağırlıksız bir sessizlikte,
ırmaklaşmış havada bir serap denli kıpırtısız (s. 13)

Doğan, “meleksi gözü” (s. 14) ile yüksek bir yerde olup kendi gücünün farkındadır. İnsanın kararsızlığı ve azimsizliği, kuşun büyük kararlılığı ile son derece keskin bir tezat oluşturmaktadır. Şiirde tasvir edilen doğan ne kadar güçlü olsa da okuyucularına asla onun kötü doğasını veya zarif niteliğini hatırlatmaz, ancak okuyucularından doğanın temsil ettiği Doğa ile insanın kendisi arasındaki ilişkiyi daha derinlemesine düşünmelerini ister. Hughes, bu şiirinde zayıf insan ile güçlü doğanın karşıtlığını göstererek insanın doğaya tamamen bağımlı olduğunu ve doğadaki zayıflığını göstermektedir. Böylece şiir bir kez daha doğanın büyük gücünü vurgulayarak insanmerkezciliğe karşı ve doğamerkezcilikten yanadır.

Aynı şekilde “Jaguar” şiiri de doğanın egemen gücünü vurgulamaktadır. İlk iki dörtlükte şair, birkaç maymun, papağan, kaplan, yılan vb. hayvanların resmedildiği sıradan ve durağan bir hayvanat bahçesi temsili sunar. Hayvanat bahçesindeki kafesler boş görünmekte ve bu hayvanlar, güneşin parıltıları altında hareketsiz durmaktadır. Şiirin üçüncü dörtlüğünde şaşırtıcı bir şekilde, keskin ve öngörülemeyen tezat bir durum yaratılır:

herkes gibi bunların önünden koşup geçen ama
kalabalığın üşüştüğü bir kafese varıyor, bakakalıyor
düş gören bir çocuk gibi, kızgın bir jaguara:
gözleri birer matkap, öfkeli bir fitil ucunda (s. 15)

Bu dörtlükte jaguarın diğer hayvanlardan farkı, gözlerinde öfke ateşiyle hareket etmesidir. Jaguarın öfkesi sadece kafeste olmasından kaynaklanmaz, içindeki bir şey gözün görebileceğinin ve kulağın işitebileceğinin ötesinde olduğu için de öfkelidir; bu şey gücünün enginliğinden başka bir şey değildir. Jaguar kafesin parmaklıklarını umursamaz ve onu tutacak bir kafes yoktur. Jaguarın büyük gücü şiirin son dörtlüğünde şu şekilde dramatize edilir:

inanmış peygambere hücre olmadığı gibi:
ölçülü adımlarında sonsuz özgürlüğü kıraçların
dünya sarsılıyor topuklarının sert basışından
ufuklar geçiyor tabanından kafesinin (s. 16)

Şair, jaguarın görsel bir figürden daha fazlası olduğu ve muazzam gücünün her şeyi kontrol etme özgürlüğü verdiği sonucuna varmıştır. Bütün dünya onun kontrolü altında dönmektedir. Hiç şüphe yok ki, jaguar burada yine doğayı sembolize etmektedir, çünkü dünyadaki başka hiçbir şey her şeyi kontrol etme özgürlüğüne doğa kadar sahip değildir. Jaguar imgesiyle temsil edilen doğanın sınırsız gücü okuyuculara gösterilmiştir.

Hughes’un en popüler kitaplarından biri olan Karga kitabında da insanmerkezciliğe karşı sert bir eleştiri getirilir. Kitaba başlığını veren “karga”, fiziksel özellikleriyle ön plana çıkmaktadır; kuşların en zekisidir, çoğu zaman leş yer, ancak iştahı aslında yenilebilir her şey için iyidir; yalnız kalmaya alışkındır ve doğal dünyada çok az düşmanı vardır. Karga ve insan hayatın birer parçasıdır. Tıpkı insan gibi, karga da hayatta kalmak için yemek yeme ihtiyacı duyar, bu yüzden başka bir canlıyı öldürmesi gerekir. İnsan ve karga arasındaki ilişki, yaşam ve ölüm arasındaki bağlantıyı en iyi şekilde örneklemektedir. Bu bakımdan Hughes, bu kitabında insan ve doğa arasındaki ilişkiyi vurgular ve ölüme dikkate çeker.

Hughes’un karga şiirleri Keith Sagar’a göre bazı mitolojik hikâyelere göndermelerde bulunmaktadır: “Eskimo efsanesi, başlangıçta kuzgunun tek yaratık olduğunu ve dünyanın onun gibi siyah olduğunu söyler. Sonra baykuş geldi ve dünya onun gibi bembeyaz oldu, bitmeyen karın beyazlığıyla. Hughes’un karga mitolojisinin kökleri bu tür efsanelere dayanmaktadır” (1978, s. 29). Hughes’un kitabında ise hikâye şöyle ilerler: Tanrı dünyayı yarattıktan sonra sürekli bir kabusun acısını çekmektedir. Kabusta, uzayın derinliklerinden kocaman bir el gelir, Tanrı’yı ​​boğazından tutar ve onu adeta boğar. Daha sonra el, toprağı sürmek için Tanrı’nın bedenini kullanır ve onu soğuk terler içinde cennete geri gönderir. İşte böyle bir anda, Tanrı’nın huzuruna çıkan insan, cennetin kapısında onu beklemektedir. İnsan, Tanrı’nın hayatını geri almasını ister; bunu gören Tanrı aşırı derecede öfkelenir. Kabusun kendisi yaratılışla ilgisiz olabileceği gibi, Tanrı tarafından tam olarak anlaşılamaz. Bu nedenle, Tanrı kabusu daha iyi hale getirmek için bir şeyler yapmaya karar verir ve kabusu bir kargaya çevirir. Tanrı kargayı bir dizi imtihandan geçirtir, bunların bir kısmı kargayı öldürür, parçalara ayırır ve ayırt eder, ama şaşırtıcı bir şekilde karga atlatmayı başarır. Karga, Tanrı’nın peşinden koşmakla birlikte, bazen fitne çıkararak, bazen de isyan ederek onun işlerini bozar. Sagar’a göre Hughes’in mitolojindeki karga “tam bir nesnellik tekniğidir” (Sagar, 1978, s. 105). Diğer bir deyişle, karga ne Tanrı benzeri ne de insan benzeri olduğu için, yalnızca Tanrı’nın alanı olan gökyüzü ile insanın alanı olan yeryüzü arasında bir köprü görevi görür. İnsan dünyasına herhangi bir ön yargı ve alışkanlığa sahip olmadan bakan özel bir bakış açısına sahip böyle bir rolde olan karga, insan dünyası hakkında daha objektif sonuçlara varabilir. Hughes, insan dünyasına ilişkin anlayışını karganın şarkıları aracılığıyla dile getirme niyetindedir ve burada vurgulamak istediği şey, bu tür bir anlayışın gerçekliği veya nesnelliğidir. “Karga Tünemesi” şiirinde karga, insan dünyasının gerçekliğiyle kuşbakışı yüzleşir ve ardından kendi çıkarımlarını ortaya koyar:

Karga bir küme dağ gördü sabahleyin, buram buram.
Denizi gördü
Omurgası loş, kıvrımlarında bütün dünya.
Yıldızları gördü, karanlıkta yitip giden bir duman, hiçlik
ormanında üretim yerlerini örten mantarlar, Tanrı ağusu.
Yaratılışın korkunçluğundan titredi (web “Talat Sait Halman”)

Uçuş sırasında karga, yeryüzündeki tüm canlıları net bir şekilde görür. Dağlar, dondurucu bir sabahta birbirini iten kalabalıklar olarak görülür; deniz, dünyayı çevreleyen dev bir kara yılanı gibidir; yıldızlar karanlık bir boşlukta parlamakta, Tanrı’nın hastalıklı vücudundan mantarlar yayılmaktadır. Karga, Tanrı’nın yaratıştaki kudretli gücüne hayret eder. Yeryüzündeki tüm canlılar ilk bakışta hoş ve organik görünürler, ama karganın tünemesiyle birlikte insanın kendisine ve yeryüzünün canlı bedenine yaptıkları dramatik ve serttir; dünyanın cansız ve kopuk doğasını gören karga dehşete kapılır:

Dehşetin verdiği görüntüde
Şu ayakkabıyı gördü, tabansız, yağmurdan sırılsıklam,
Yatıyor çölde.
Bir de çöp tenekesi vardı, dibi paslanıp delinmiş,
Rüzgarın oyun yeri, pis su birikintilerinde.

Bir de ceket vardı sessiz evin sessiz odasındaki karanlık dolapta.
Bir de yüz vardı, sigarasını tüttürmüştü alacakaranlık
pencereyle ateşin korları arasında.

Yüzün yakınında, bu el, hiç kıpırdamadan.
Elin yakınında, şu fincan.

Karga göz kırptı. Göz kırptı. Hiçbir şey olmadı.

Gerçeklere baktı da baktı.
Hiçbir şey kaçmadı gözünden. (Hiçbir şey kaçamaz ki). (web “Talat Sait Halman”)

Şiirde insan dünyasında her şeyin birbirinden kopuk olduğu postapokaliptik bir çevre gösterilir. Kıpırdamayan el, durağan fincan ve odadaki her şey sessiz ve izoledir. İnsandan arta kalan şeyler, çöp, su birikintileri ve kirli havadan başka bir şey değildir. Ancak, karganın tepkisi sadece göz kırpmak ve bakmaktır. İnsan dünyasının yaşamı tamamen tükenmiştir. Böylece Hughes insanmerkezciliğe yönelik keskin bir eleştiri getirir.

Sonuç olarak, Hughes’un şiirlerini okumak, doğanın, özellikle de hayvanların egemen olduğu bir dünyaya girmektir; mevcut topluma ve insanın içsel ruhsal durumuna yönelik bakış açısının habercisi olan bol miktarda mitik imgelerle örülü bir şiir dünyasıdır bu. Draper’ın belirttiği gibi, “Hughes, şiirlerini bu kadar çarpıcı başarılara dönüştüren temel hayvan yaşamına olan yoğun bağlılığın bir kısmını (hepsi değilse bile) yeniden yakalıyor, ama aynı zamanda onları modern dünyayla daha derinden alakalı kılan trajik bir boyut da ekliyor. Bir yanda, aynı anda hem gerçekçi hem de beklenmedik bir şekilde tuhaf olan eşdeğer sözel enerjiyle işlenen doğal enerji vardır […] Hughes, çalışmalarında insan ve hayvanın yeniden bütünleşmesi için çabalıyor – hayvan şiddetinin ve çürümenin, doğal bütünün kaçınılmaz bir parçası olarak duygusuzca kabul edildiği bir yeniden bütünleşme” (1999, s. 136). Hughes, aslında, güçlü bir doğa duygusunu yeniden oluşturmak için hayvanların hayalî canlılıklarını benimser ve vahşi hayvanları her zaman dışsal doğada takdire şayan bir güç olarak görür; hayvanların içgüdüsel enerjisine olan hayranlığını benimserken, hayvan temsilleri aracılığıyla insan yozlaşmasını resmeder.

Kaynakça

Birincil Kaynaklar

Altunel, Yeliz. Büyük Geceler Geri Geliyor: Çağdaş İngiliz Şiiri. İstanbul: Şiirden Yayıncılık, 2018.

Draper, R. P. An Introduction to Twentieth-Century Poetry in English, New York: ST. Martin’s Press, 1999.

Hughes, Ted. Seçilmiş Şiirler. Çeviren: Şavkar Altınel, Roni Margulies. İstanbul: Adam Yayınları, 1987.

Sagar, Keith. The Art of Ted Hughes. New York: Cambridge University Press, 1978.

İkincil Kaynaklar

Skea, Ann. “Ted Hughes: An Introduction.” https://ann.skea.com/under85.htm, Erişim tarihi: 16.11.2022.

Hughes, Ted. “Karga Tünemesi.” Çeviren: Talat Sait Halman. https://www.ateslekarsilikveren.com/2017/07/karga-tunemesi.html Erişim tarihi: 21.11.2022

Hughes, Ted. https://www.encyclopedia.com/arts/culture-magazines/hughes-ted-1930-1998 Erişim tarihi: 21.11.2022


[1] Aksi belirtilmedikçe İngilizce kaynaklardan yapılan çeviriler yazara aittir.

[2] Yazarın eklentisidir.

Barış Ağır, Buzdokuz 15, Ocak-Şubat 2023.
Antroposen Çağında Şiir dosyasında yer almıştır.