Şiir Eşikte – Déjà vu?

ALT ALTA DİZİLMİŞ SATIRLARI ŞİİR YAPAN ŞEY NEDİR

Marjorie Perloff1
Türkçesi: Rıdvan Temiz

kısa perhizlerde canım çok meyve suyu çekti
                                                                     tehlikeli biçimde
                                                                                          – Craig Dworkin, Motes (2011)

Herkesin şair olduğu bir zamanda şiire ne olur? Yakın zamanda verdiği bir konferansta Rasula bu soruyu şöyle yanıtlıyor:

“Şiir alanında lisansüstü eğitim veren yüksekokul ve üniversiteler, iddialarını desteklemek amacıyla yaklaşık 1800 öğretim elemanı istihdam etmektedir. Ancak bunlar yaratıcı yazarlık eğitimi veren 458 kurumdan sadece 177 tanesi. Bu sayılar dikkate alındığında yaratıcı yazarlık alanındaki öğretim elemanı sayısının 20000’den fazla olduğu söylenebilir. Bütün bu insanlar en önemli bileşeni yayın yapmak olan faaliyetlerinin yıllık raporlarını dosyalayarak bu kurumlardaki fakülte kurallarına uymakla mükelleftir. Bunu akılda tutarak konuyla ilgili gerçek fahiş sayıları dile getirmeye ihtiyaç bile duymuyorum. Olumlu yandan bakacak olursak bu durum, online yayınları kenarda bırakarak söyleyelim, küçük çaplı yayınların büyük bir kısmını onaylamış oldu.”

Rasula’nın ikaz edici alıntısını bu kadar etkili kılan şey sanatını icra eden pek çok şairin kaçınılmaz bir şekilde güvenlik ve konfor peşinde olmasıdır. Ulusal (hatta ulus ötesi) anlamda bir tür ödül alabilme “iyi tasarlanmış” (New Yorker dergisinin basmayı uygun göreceği, yazarının reklamı yapılan ve aynı zamanda Association of Writers & Writing Programs-Yazarlar ve Yazma Programları Birliği tarafından “iyi işlerden” birini almasına yardımcı olacak bir şiir yazma eğilimi) olağanüstü bir tektipleşmenin ortaya çıkmasına sebep oldu. Şairin sözde konusu ne olursa olsun, ki bu arada kimlik siyaseti bir dereceye kadar çeşitlilik üretmiştir ve bu sayede Latin şiiri, Asya-Amerika şiiri, queer şiir, engelli şiiri vb. şiir akımlarımız var; American Poetry Review ya da benzeri yayınlarda okuyacağınız şiirler ender bazı istisnalar dışında şu özellikleri gösterecektir: 1) Dizenin kendi yapısına ya da Rus biçimcilerinin “kelimenin aslı” olarak adlandırdığı şeye çok az veya hiç vurgu yapmayan düzensiz serbest dizeler 2) Grafik tasvirler ve hatta abartılı metaforlarla (“şiirselliğin” işareti olarak ) bağlanmış çok sayıda edat ve parantezli ifade içeren düzyazı sözdizimi 3) Genellikle belirli bir hatıraya dayanan, derin bir düşüncenin veya küçük bir tezahürün ifadesinde lirik konuşmacının, Ortadoğu’daki emperyalist savaşların, geç kapitalizmin veya sevilen birinin kaybedilmesi gibi kişisel trajedileri gerçekten hisseden hassas bir kişilik olarak tasvir edilmiş olması.     

Şairler ve akademisyenler benzer şekilde uzmanlaşmış kişilerdir ama…

Ancak bu formül bile sürekli başarının garantisi değildir. Rasula: “Şairler ve akademisyenler benzer şekilde uzmanlaşmış kişilerdir” der ancak iki grup önemli bir noktada ciddi anlamda farklılaşır. Akademisyenler, akademik merdiveni tırmandıkça kültürel sermaye kazanırken ve “profesör”(hoca) unvanını aldıklarında, kariyerlerinde nispeten daha rahat hissedebilirken, şairler sürekli olarak genç şairler tarafından yerinden edilir. Her ne zaman masamın üzerinde duran yüzlerce şiir kitabını tasnif edip kitaplığımı yeniden düzenlemeye kalkışsam ilginç bir ayrıntıyı fark ederim. X isimli şair iki ya da üç başarılı kitap yayımlamış ve aynı çizgide yazmaya devam etmiştir. Ancak bir şekilde dördüncü kitap öncekilerden ne iyi ne kötü olmasına rağmen basit bir nedenle diğer kitaplardan daha az ilgi çeker; bu arada birçok yeni şair sahneye çıkmıştır. Yeni gelen şairler aslında çoğu zaman eskilerden daha iyi değildirler, kayda değer bir şekilde diğerlerinden farklı bir tarzda da yazmıyorlardır ama yine de ışıklar artık onları gösteriyordur. Ezra Pound’un “Yenile”  sözü sadece bir dizi şiiri değil fakat o şiirleri yazdığı bilinen şairler için de geçerlidir.

Bu hep böyle değildi tabii. 1960’lardaki şiir savaşları; ham şiir-olgun şiir, açık şiir-kapalı şiir, Donald Allen’ın Yeni Amerikan Şiirine (1960) karşın Robert Pack’in Amerika ve İngiltere’nin Yeni Şairleri (1962) adlı antolojisi şiirin doğası ve poetikayla ilgili canlı ve ilgi çekici tartışmaların ortaya çıkmasına neden oldu. Alt alta dizilmiş satırları şiir yapan şey nedir? Şiir bir tür final; başı, ortası ve sonu olan döngüsel bir yapı gerektirir mi? Şair, kendisiyle ilgili mahrem ve otobiyografik ayrıntıları ifşa ederek kendi adına mı konuşmalı mı vs?

Ödüller olağanüstü bir tektipleşmenin ortaya çıkmasına neden oldu

1980’lerde L=A=N=G=U=A=G=E şiir akımı sahneye çıktıktan sonra ihtilaflar hakkındaki bağlamlar 1960’lara göre daha spesifik hale gelmiş olsa da şiir savaşları yeniden başladı. L=A=N=G=U=A=G=E şiir kendini ifade etmenin ve doğrudan konuşmanın ince lirizmine ciddi bir meydan okuma sağladı: Eksiltme, dolaylılık ve entelektüel-politik katılım lehine şeffaflık ve açık göndermelerin sonlandırılmasını talep etti. Bu düşünce Fransız postyapısalcı teorileriyle aynı safta bulunması ve Frankfurt Okulu ile yakından ilişkili olması nedeniyle tanım olarak bir tür yüksek kültür hareketiydi. Doksanların sonlarında L=A=N=G=U=A=G=E şiir akımı cinsiyet, ırk ve etnik çeşitlilik açısından daha kapsayıcı olmaya zorlandığında tam olarak neyin L=A=N=G=U=A=G=E şiir olup olmadığını anlamak gittikçe zorlaştı.

“İyi tasarlanmış”, belirli bir ödülü alması beklenen şiire duyulan ihtiyaç olağanüstü bir tektipleşmenin ortaya çıkmasına neden oldu.

American Melez: Çağdaş Şiir Norton Antolojisi (2009) bu kararsız uzlaşının iyi bir örneğidir. Editörler, Cole Swensen ve David St. John ana akım ve deneysel eğilimleri kaynaştırabilmek amacıyla ellerinden geleni yapmış ve bu nedenle antolojinin girişinde şu iyimser iddiaya yer vermişlerdir:

“Günümüz melez şiiri istikrarlı bir birinci tekil şahıs olduğunu varsayan anlatı gibi geleneksel yaklaşımlarla bütünleşebilir. Ancak bunu doğrusal zamansal yolu bozarak, normal sözdizimsel dizgeyi karıştırarak ya da onu karmaşıklaştırarak yapması gerekir. Ya da mantıksızlık ve fragmantasyon gibi fark edilebilir deneysel tarzları ön plana çıkarırken sone, villanelle gibi katı formları takip edebilir. Melez şiirler çoğu zaman şiir formlarını yenileme, sınırlarını genişletme ve böylece dilin ifade imkanlarının gelişmesine katkı sağlama avangart misyonunu gururla taşırken diğer yandan yaşanmış deneyimlerin duygusal çeşitliliğine bağlı kalmayı sürdürür.”

Avangard misyon tanımı gereği statükoya meydan okuyan şiirdir

Bu tip ifadeler iyi niyetli olsalar da pek inandırıcı gelmezler. Çünkü “avangard misyon” tanımı gereği statükoya meydan okuyan ve dolayısıyla onu özümsemeyen bir şeydir. Gerçekten de uzlaşının ima ettiği şey aslında şiirsel tercihlerin keyfi olduğu, kişinin kendi felsefi bakış açısı bir yana, tarihsel an ya da kültürel bağlamla hiçbir ilgisi olmadığıdır. Örneğin; Whitman, Williams ve Ginsberg gibi şairlerin “yaşanan deneyimin duygusal çeşitliliğine” bağlılığı, villanelle2 ya da sonelerin açık biçim üzerindeki kısıtlamalarının reddedilmesiyle paralel bir çizgi izler. Dahası tam tersine Yeats, Kantoların kolaj tarzının Pound’un “tüm şarabı kaseye” almasını imkansız kıldığını öne sürer. Yeats ve çoğu modernist okuyucunun bakış açısıyla değerlendirildiğinde görünüşte yapılandırılmamış gibi görünen bu şiirler aslında güzel “fragmanlardan” başka bir şey değildi.

Başka bir ifadeyle A artı B, yeni bir (melez) C oluşturmak amacıyla basitçe toplanamaz. Biçime ait seçimler asla ideolojik göndermelerden bağımsız değildir. Yine de Swensen ve St. John en azından belirli bir zaman aralığında estetik bir uyum oluşturabilmek için çaba göstermiştir. Rita Dove’un 20. Yüzyıl Amerikan Şiiri Penguin Antolojisinin (Penguin Anthology of 20th Century American Poetry) yayımlanmasıyla buna benzer birçok proje fikri ortadan kalkmış oldu. Dove; Benim Yirminci Yüzyıl Amerikan Şiirim (My Twentieth Century of American Poetry) alt başlığını taşıyan girişinde samimi bir şekilde şunu itiraf eder:

“Objektif kalmaya çalışmış olsam da içerikler elbette benim duyarlılıklarımın bir yansımasıdır. Bu bilinçaltı takıntı ve tuhaflıkları, aynı şekilde gömülü antipatiler ve kasıtlı olmayan bilgi eksikliğinden kaynaklanan kaçınılmaz boşlukları tespit etmeyi okuyucuya bırakıyorum.”

Herhangi biri, renkli bir kişilik olan Dove’un bu kronolojik araştırmasının içindekiler tablosundan çoğu zaman olduğundan oldukça daha fazla azınlık şairi dahil ettiğinin farkına varabilir. Ancak Dove’un seçimlerinin tuhaf bir şekilde keyfi olduğunu görüyoruz: Günümüzde Afro Amerikan şairlerinin en iyisi olarak kabul edilen Harryette Mullen antolijide bir sayfadan az yer alıyor; Will Alexander ve C. S. Giscombe gibi deneysel siyahi şairler ve daha da şaşırtıcı bir şekilde seçkin Asya-Amerikalı şairlerden biri olan John Yau da antolojiye dahil edilmemiş. Louis Zukofsky, George Oppen, Charles Reznikoff, Carl Rakosi, Lorine Niedecker gibi hem ABD’de hem de yurtdışında haklarında giderek daha fazla yazı yazılan ve çalışmalar yapılan Objectivist şairler, tıpkı yüzyılın ortalarının önemli Batı Kıyısı şairlerinden Kenneth Rexroth ve Jack Spicer gibi basitçe kanon dışı bırakılmış.

İnternet çağında antolojiler ne işe yarar

Dove’’un “duyarlılığının bir yansıması” olan varsayımını görmezden gelirsek bu eksiklikler yüzünden tartışmaya değmez ancak peki ya Dove’un tanıtımın sonunda gündeme getirdiği telif hakkı sorunsalını nereye koyacağız? Bariz bir şekilde Allen Ginsberg’i (Uluma şiiri oldukça etkileşim alır) ve Sylvia Plath’ı antolojiye dahil etmek istemiş ancak telif ücretleri son derece fahiş seviyelerde olduğundan bunu gerçekleştirememiş. “Karşılanamaz ücretlerde ısrar eden” yayıncı tabii ki de Ginsberg’in toplu şiirleri, Harper’ın çok yıllık klasikleri, Plath’in toplu şiirleri ve otobiyografik romanı Sırça Fanus gibi yayınlarıyla Amazon’da en çok satanlar arasında yer alan HarperCollins idi. Bu önemli şairlerin dışarda bırakılmasından açık bir şekilde endişe duyan Dove, okuyucularından “beni biraz kendi halime bırakın” istirhamında bulunup Ginsberg ve Plath’ın “yerel halk kütüphanelerinde” kolayca bulunabileceğini hatırlatıyor.

Yine de antolojinin bir ders kitabı ya da genel okuyucu için bir tür seçki olarak herhangi bir geçerliliği olacaksa, bu telif hakkı uyarısının herhangi bir geçerliliği yoktur ve bu konudaki hata da öncelikle yayıncıya aittir. Penguin gibi önde gelen bir yayıncı nasıl olur da kitabın esas amacı için gerekli ve bu kadar göz önünde olan bir kitabın yayın haklarını almamış olabilir? Grove Press ve Faber yüksek ücretler istiyor diye Beckett’i dışarıda bırakan bir yirminci yüzyıl draması antolojisi düşünün? Böyle bir antolojinin herhangi bir değeri olur muydu? Ginsberg ve Plath yaygın olarak bulunabilen şairler evet ama bu durumda neden antoloji yayımlamaya kalkışalım ki? Bu antolojideki şiirlerin çoğu bir şekilde internette zaten mevcut.

Gerçekten de, Penguin’in editör ekibinin söylemek istediği şey Dove’un antolojisinin değerinin kendi planlamasına veya tercihlerinin doğruluğuna (belirli bir zaman ya da coğrafi alanda poetik kanonu tatmin edici bir şekilde tasvir etme veya şiirin doğası hakkında bir iddiada bulunma kapasitesi) değil aksine editörünün prestijine dayanıyor. Yoksa basit benzetmelerle ve açıkça düz konuşma şeklinde tasarlanmış olan girişin vasat gayri resmiliğini başka nasıl açıklayabiliriz:

Yirminci yüz yıl başında sanatçılar modernizmden etkilenmedi bizzat onu yarattılar

“Yirminci yüzyılın başlarını halen kısmen de olsa otuz beş yıl önce iç savaşın enkazından emekleyerek çıkanlar şekillendiriyordu.

Bu kaygı verici çağın ortasından kendine ait bir düşüncesi olan Wallace Stevens geçti.

Neredeyse tüm ciddi sanatçılar, en azından başlangıçta, gençlikte bir isyan gibi görünen şey sonraki yaşamlarında gittikçe kendi tuhaflıklarına teslim olmaya dönüşecek olsa da modernizmden derinden etkilendiler.

Her çorba zamanla soğur, ancak Beat şairleri sözel enerjilerini kaybederken “tutsak almayın” yaklaşımları kendilerini Beat sonrası daha samimi bir benliği ortaya çıkarmaya adayan İtirafçılar için yeni bir yol açmıştı.

Yetmişler boyunca Amerika kendi kendine açtığı Vietnam Savaşı yaralarını sarmaya çalışırken ve vatandaşlarının büyük çoğunluğu Nixon kabusu karşısında başlarını sallamaya devam ederken giderek daha fazla Amerikalı şair yükseköğrenimin büyüsüne kapıldı.”

Doğruluk bu editörün güçlü bir kumaşı değil: Yirminci yüzyılın başlarındaki “ciddi sanatçılar” modernizmden “etkilenmediler” onu bizzat yarattılar. Beats, İtirafçılar için “yeni bir yol” açmadı: Her iki grup 1950 ve 60’lar boyunca birlikte var oldular ve zaman zaman çakıştılar. Yükseköğrenimse pek çok şeyle ilişkilendirilebilir ama sanırım acemi şairler üzerinde “büyü” etkisi bırakması bunlardan biri değil. Bu ilginç iddiaları okurken,  Penguin’in bu antolojiyi ortaokul öğrencileri için hazırlamış olabileceğini düşündüm. Bilirsiniz çocuklar “İç Savaşın enkazından sürünerek çıkma” ya da Beats’in “Tutsak almayın yaklaşımı” ile ilgili renkli ve ulaşılabilir atıflara erişebilecekleri şiir denen bir şeyleri okumaya zorlanmıştır mesela. “Bu kaygı verici çağın ortasından Wallace Stevens geçti” sözleriyse daha çok Viktorya dönemi çocuk kitaplarındaki cümlelere benziyor. Ayrıca editör tartışmaya yer bırakmayacak şekilde bir yıldız, hemen hemen her mükafat ve ödülün sahibi ve an itibariyle Virginia Üniversitesinde İngiliz Milletler Topluluğu profesörü olduğundan belli ki insanlar onun antolojisini yirminci yüzyıl Amerikan şiiri hakkında bilgi sahibi olmak için değil, kendisinin olumlu olumsuz beğeni ve görüşlerini öğrenmek için okuyor.

Şiir, az bir kısmı hariç bir tür ticarete dönüştü

Sözlerini bitirirken “Şiir” diyor Dove “Az bir kısmı hariç bir tür ticarete dönüştü; arz-talep yasaları piyasadakine benzer şekilde öncelik haline geldi, fakat bu durum ilginç bir şekilde Chaplinesk bir tarzda gerçekleşti.” “İlginçlik”, burada hepimizin üzerine kafa yorması gereken paradoks bu olsa da Dove’un çağdaş şiir üzerine bireysel ve sezgisel yargıları ve modernist kanonu (Frost, Gertrude Stein, Eliot, Pound, Stevens, Williams, Hart Crane, Marianne Moore, Langston Hughes , H.D.) öyle ya da böyle aslında herkesin modernist kanonu durumunda. 1950’lerin ortalarında Oberlin Üniversitesinden mezun olduğumda, Moore ve H. D. şimdilerde daha fazla ilgi görüyor olsalar bile zaten kanonun bir parçasıydı. Yüzyılın başlarındaki büyük şairlere gelince, onlar hakkında zaten gerçekten de bir fikir birliği varmış gibi görünüyor: Örneğin; Eliot’un büyük şair olmadığını kim iddia edebilir?

İkinci Dünya Savaşı bir dönüm noktasıydı. O zamandan beri sabit bir Amerikan kanonu oluşmadı. Irving Ehrenpreis’in “Lowell Çağı” olarak adlandırdığı şey başkalarınca Charles Olson Çağı olarak adlandırılıyordu. Ya da “Bence Lowell… gerçekten son derece basit şeylerden kaçınmasına izin veren itirafçı bir tavır, ancak onunla yine de ilgilenmeniz gerekir çünkü onun da çok üzgün olması gerekiyor.” diyen Frank O’Hara Çağı, Bugüne değin Merrill ve Duncan, Amerika Birleşik Devletlerinin ilk açık gey şairleri arasında olmalarına rağmen, James Merrill’in takipçilerinin Robert Duncan’ınkilere söyleyecek çok az şeyi vardır. Amerikan ve İngiliz edebiyat kurumları tarafından saygı duyulan Elizabeth Bishop bile L=A=N=G=U=A=G=E şairleri ya da daha yeni deneyselciler tarafından asla ele alınmadı, ayrıca uzun yıllar yaşadığı Brezilya’da da popüler değil. Tropikalizmonun kurucu-bestecisi ve aynı zamanda somut şiirin temsilcilerinden Haroldo ve Augusto de Campos ile yakından çalışmış olan Caetano Veloso, Bishop kültünü anlamlandıramadığını söylemişti bir keresinde. Bence de, hak edilmiş bir şekilde, yaşayan Amerikalı şairlerin evrensel olarak en çok takdir edileni olan John Ashbery, Objektivist şairler Zukofsky, Oppen ve Reznikoff’tan yoğun bir şekilde etkilenen Fransız avangartlarından çok az etkilenmiştir.

Günümüz şiir kurumu, kibar saygıyı şart koşar ancak şevk ve heyecanı umursamaz

Günümüz şiir kurumu, kibar saygıyı şart koşar ancak şevk ve heyecanı pek umursamaz.  Bu noktada, ikinci dünya savaşı sonrası şiiri hakkında on yıllarca yeterli bir mutabakatın oluşmamış olması, umulduğu gibi şiirin doğası hakkında gürültülü eleştirel tartışmaların canlandırdığı neşeli bir çoğulculuğa değil, Dove antolojisi tarafından örneklenen tuhaf kapanış cümlesine yol açtı. Günümüz şiir kurumu; Robert Pinsky ve Robert Hass, Louise Glück ve Mark Strand, hepsi de eski ve ödüllü şairler, kibar bir saygıyı şart koşmasına karşın, O’Hara gibi önceki neslin temsilcilerini coşkuyla selamlayan şevk ve heyecanı pek de tasvip etmez.

Buraya kadar günümüz baskın şiir kültüründen, ödüllerden, akademi ve politik doğruculuktan bahsettim. Hakim paradigmayı sarsmak hiçbir zaman kolay olmamıştır ancak son yıllarda gittikçe artan bir şekilde statükoyu reddeden şair gruplarının canlı reaksiyonlarına tanıklık ettik.

1 Boston Review dergisinin “Şiir Eşikte/ Liriği Yeniden İcat Etmek” başlıklı soruşturmasına Perloff’un verdiği cevabın ilk bölümü yazarın izniyle çevrilmiştir. e.n.
2 Beş tane üç mısralı kıta ve bir tane dörtlük içeren bir Fransız şiiri