Şiir Kaç Para Eder – (Şiirin Dolar Değeri*)

Charles Bernstein
Türkçesi: Gizem Atlı

“Toplumsal gücün kaderi budur: ona yalanlar eşlik etmek zorundadır. Bundandır ki insan hayatındaki kıymetli olan her şey, her düşünce çabası, her sevgi çabası, kurulu düzen üzerinde yıpratıcı bir etkiye sahiptir. Düşünce, aynı kolaylıkla ve geçerli sebeplere dayanarak, bir yanda devrimci, diğer yanda karşı-devrimci olarak damgalanabilir. Durmaksızın “bu dünyaya ait olmayan” bir değerler ölçeği yarattığı ölçüde, toplumu kontrol eden güçlerin düşmanıdır.”

Simone Weil, Tahakküm ve Özgürlük

            Dolayısıyla yazmak örnek teşkil edebilir. Yazmak, kapitalizm denen bu ekonomik ve kültürel -toplumsal- güçten bağımsız ve dolayısıyla ona hizmet etmeyen bir emsal olabilir. Virüs kapmamış bir madde parçası; ya da, başka türlü olabilecek şeylere bir bakış, bir çatlak…”kendi etkinliğinin gerçeği”, “kendinde ve kendisi için” … gibi. Her halükarda, sanki ufku tamamen hakim toplumsal güçler tarafından tüm dil yelpazesinin (dilin sınırları, deneyimin sınırları) zorlayıcı sınırlandırılmasının bir ürünü olmayan bir deneyime (deneyimlemeye) erişim engellenmiyormuş gibi, başka bir dünyaya çağrı. Metalaştırılmamış (okuma sürecinde ortaya çıkan) bir deneyim, yani değerin dolar değeri olmadığı (ve dolayısıyla aktarılabilir ve araçsal olduğu), bunun yerine, piyasanın bakış açısına göre değersiz olduğu (olumsuz, işitilmez, görünmez), her bir özel deneyime özgü genelleştirilemez bir tortu olduğu bir deneyim. Bu anlamda şiirden çevrilemez ve başka kelimelerle anlatılamaz olarak söz ediyoruz çünkü çevrilemez olan, deneyimin tüm özel koşullarının (yer, zaman, düzen, ışık, ruh hali, konum, sonsuza kadar) okuma yoluyla erişilebilir kılınmasıdır. Şiirlerin politik değerinin, sağladıkları deneyimlerin somutluğunda yattığı, kelimelerin bir birimde sıralanmasında veya bu birimlerin dizilişinde herhangi bir normatif standartlaştırma biçimine direnişin nedenidir; bunların her biri metnin biricikliğini sağlayan şeydir. (Örneğin, bazı “somutcu” eğilimleri en radikal tezahürü olarak görülecek olan çevrilemezlik gerçeğinin yanlış anlaşılmasıdır, çünkü çevrilemez olan şey, bazı “görsel şiirler” hareket ederken okumada serbest bırakılan deneyimdir. Anlamayı yazıldığı dilden bağımsız kılmaya, yani artık çeviri gerektirmemeye yöneliktir – aslında artık görsel sanat eserleri gibi yazı kategorisinde değillerdir.)

            Elbette yöntemlerden biri, belleğin kendi terimleriyle hatırlamasını, deneyimin izinde organize olarak, toplumsal gücün biçim verdiği tekdüze açıklamanın baskılarından kurtulmuş bir yeniden inşadır. Böylelikle kaybettiğimiz “yegane hakiki anlar” onlara geri dönmekle daha önce gizlediklerini ortaya çıkararak can bulur. Öyleyse, şimdi görünmeyen operatörler, bize (yeniden) şekil veren toplumsal güçlerin psişik darbelerinin izleri olarak peyda olur. (Yani: ” İç Çekiş Bir Kral Meleğin Kılıcıdır.”[1]). “Yaptığımız şey sözlerimizi geri getirmektir” – deneyimlerimizi görünür kılmak için ya da deneyim koşullarını görmek için. Böylece, bu şekilde, bir eser -eldeki malzemelerden (sadece hafızanınkiler değil) yapılmış bir “başka” dünya – da inşa edilebilir. Bu şekilde, diğer türlü izin verilmeyen ihtimaller yapılandırılabilir.

            Bu arada, dilin “güzel” ve “düzenli” işleyişi için tüm kurallarda toplumsal güçler hakimdir ve Sezar’ın kendisi gramer kitaplarımızın efendisi konumundadır. Görev duygusuyla bu “en erişilebilir” kodlara çevrilen deneyim, aurasını kaybeder ve bu kuralların tek başına oluşturabileceği sindirilebilir içeriklere indirgenir. Böyle bir etkinliğin ürünlerinde zor olan hiçbir şey yoktur, çünkü gidilecek mesafe, farkında olunacak, okuyucudan metne köprü kurulacak bir boşluk yoktur. Deneyim olduğu iddia edilen şey, metanın boş bakışlarına dönüşür. Orada yalnızca akislerimizi yersiz bir hızla yansıtmak mümkündür çünkü içinde ötekine dairhiçbir deneyim yoktur.Dile getirilen herhangi bir sınır, deneyimlenecek olanın sınırlarını lağveder ve Wittgenstein’ın belirttiği gibi, dünya, eski şehrin çarpık dolambaçlı sokaklarına yer vermeyen, sanayi bölgesi caddelerinin dümdüz sıralarına kolayca indirgenebilir.”Bir dili tasavvur etmek, bir yaşam biçimini tahayyül etmektir” – buradaki etkin kelime olarak tasavvur kelimesini alın.

            “Emirlere uymanın suçu ortadan kaldırdığını düşünen var mı burada?” Ne söylendiğinden bağımsız olarak, standart sözdizimi ve açıklama kalıplarının kullanımı, genellikle bilinçaltı bir düzeyde, sosyal yapının temel kurucu unsurlarını etkili bir şekilde yeniden duyurur. Onları sürdürürler, böylece sürekli pekiştirmeyle artık kararların verildiğinin farkında olmayız. O zaman temel seviyemiz, bu deforme olmuş dilin zorunlu olmasa da “bize karşı konulmaz bir şekilde tekrarladığı” önceden koşullandırılmış bir dünya görüşüdür. Yoksa (“tüm medya” tarafından “iletişim” “bilgi” “gerçekler” biçiminde sürekli olarak vurgulanan) bu oluşumlar yaşam biçimimizi devralır. 

Bunlar post-hipnotik telkin yoluyla, kendimizi sürekli olarak bize tekrarlanan ifadeler (dil kontrolü = düşünce kontrolü = gerçeklik kontrolü) ve bunların dizilimi tarafından içimize programlanan tutumların sonuna kadara yaşamanın– duygunun- pençesine alarak  devralır yaşam biçimimizi. (Bununla ilgili son iki inceleme için bkz. Invasion of the Body Snatchers and Dawn of the Dead.) Bize sürekli olarak tekrarlanan, dil kontrolü = düşünce kontrolü = gerçeklik kontrolü ifadesi merkezsizleştirilmeli, halk tarafından kontrol edilmeli, kapitalist projenin hizmetinden alınmalıdır. Şimdilik, bu, antivirüsün bir görüntüsüdür: sindirilemez ve uzlaşmazdır.


* Bernstein’ın Content’s Dream adlı deneme kitabında yer alan “The Dollar Value of Poetry” başlıklı bu denemesi, Buzdokuz’un “Çoğunluğun Ozanı Azınlığın Şairi” konulu dosyası için şairin özel izniyle tercüme edilmiştir. (Sun&Moon Press, Los Angeles, 1986, s. 57-61) (e.n.)

[1]The Grey Monk / William Blake (ç.n.)